Bugün Gazetesi yazarı Adem Yavuz Arslan, bugünkü köşe yazısında Gezi olayları ile ilgili çok çarpıcı değerlendirmelerde bulundu.

  • Olayın sunuluş biçimi, ve şiddet boyutuyla ilerletiliş aşamalarında bir “konsorsiyum” olduğu açık.
  • Sonuçta, hiç de akıllara gelmeyecek bir noktadan çakılan kıvılcımla “fitne uyandı.”
  • Bugün, mezhepçilik adım adım ülkemize sokuluyor.
  • Dış güçler ‘Türkiye gelişmesin, ilerlemesin’ düşüncesinden vazgeçemeyecekleri unutulmamalı.
  • Dostların eleştirilerini düşmanlık olarak algılamamalı.
 
Gezi Parkı olaylarını “Olayın sunuluş biçimi, medya planlaması ve şiddet boyutuyla ilerletiliş aşamalarında bir “konsorsiyum” olduğu açık” şeklinde özetleyen Adem Yavuz Arslan önemli bir uyarıda bulundu:  

Ortadoğu’nun bünyesindeki en “derin yara”yı Türkiye’nin başına sarmak için “uç” bulundu. Bugün, mezhepçilik adım adım ülkemize sokuluyor.
Şark çıbanı gibi bütün bünyeyi zehirleyecek ve izi ilelebet kaybolmayacak bir vahim tablo bu.” İşte Bugün Gazetesi yazarı Adem Yavuz Arslan’ın bugünkü yazısı….
 
Gezi muhasebesi ve uyandırılan fitne
Gezi Parkı’ndan başlayan olaylar 20. gününü doldurdu. Önceki gece ve dün gün boyu süren müdahale ve olaylardan sonra Gezi Parkı işgalden kurtarıldı. Tepki gösterileri, yürüyüşler ve protestolar kısmen sürse de olaylar kademeli olarak azalıyor.
Şimdi şapkayı önümüze koyup, gerekirse eğri oturup doğru konuşma zamanı. Çünkü hadiseleri doğru analiz edemezsek gerekli dersleri de çıkarmak mümkün olmaz.
Dış destek açık ama… 
Başbakan Erdoğan ve AK Parti kurmayları, “Yaşananların sadece Gezi Parkı ve çevre duyarlılığı olmadığı, özellikle dış ve bazı iç bağlantılarla hükümeti devirmeye yönelik bir planın ilk adımı”olduğu görüşünde.
Bu yönde bulgular var.
Kaldı ki sadece Taksim ve Gezi’de yaşananların uluslararası medyada veriliş biçimini inceleyerek meseleye bakarsak, bu teze hak vermemek mümkün değil.
Yalnız hadiseleri sadece bu perspektiften açıklamaya kalkarsak eksik olur.
O konuya gelmeden bir parantez açalım.
Taksim ve civarı, AK Parti seçmeni için olmasa da sol kesim ve sosyal demokratlar için hassas hatta kutsaldır. Dolayısıyla öznesi Taksim olan bir projede en azından bu kesimlerin nabzını da tutmak gerekirdi.
Kaldı ki ülkenin Hatay’dan Artvin’e tüm sahillerinin ve şehir merkezlerinin betonlaşmasına geniş bir tepki de var.
Bu tepki ve Taksim’in sol camia için kutsallığı birleşince karşımıza böyle bir tablo çıktı.
Bu yüzden olayların başlangıcında gösterilere katılanların çoğu normal vatandaştı. 
Fakat sonrasında işin seyri değişti.
Konsorsiyum yeni değil 
Ama olayın sunuluş biçimi, medya planlaması ve şiddet boyutuyla ilerletiliş aşamalarında bir “konsorsiyum” olduğu açık. 
Aslında bu konsorsiyum yeni değil. Hatta son yıllarımız bu organizasyonları konuşarak, yazarak geçti.
Uyarılara karşı iktidar kanadında hakim olan görüş ise şuydu:
“Vesayet rejimiyle mücadeleden galip çıkıldığı, vesayetin tarihe gömüldüğü, Türkiye’de zinhar artık dirilemeyeceği, darbelerin imkansız hale geldiği, Ergenekon’un temizlendiği, hükümetin her şeye hakim olduğu ve büyük halk desteği ile yıkılmayı bırakın sarsılamayacağı, Türkiye’nin ve hükümetin iç ve dış her türlü şoka dayanıklı olduğu, büyük güçlerle uluslararası ilişkilerin rayında olduğu, derin yapılanmaların hâlâ faal ve uygun konjonktürde harekete geçebilecekleri iddialarının abesle iştigal ve komplocu/güvenlikçi bakış açısının ürünü paranoyalar olduğu, Ergenekon, Balyoz, KCK gibi yargı süreçlerine artık ihtiyaç olmadığı, ülkeyi germekten başka işe yaramadığı ve tahliyelerin gerektiği…”
Liste böyle uzayıp gidiyor.
Son iki yıldır Ankara’da hep bunları dinliyorum.
“Yapmayın etmeyin, Türkiye hâlâ normalleşmedi, darbe anayasası ve kurumları durdukları yerde duruyor, toplumun bütün kesimlerini barıştıracak, uzlaştıracak ortak bir anayasa ve yasal düzenlemeler olmadan ülkenin provokasyonlara, demokrasi dışı müdahalelere açık halinin süreceği” şeklindeki uyarılarda ise ya “art niyet” arandı ya alay konusu yapıldı.
Beklenmedik bir anda
Sonuçta, hiç de akıllara gelmeyecek bir noktadan çakılan kıvılcımla “fitne uyandı.”
Ortadoğu’nun bünyesindeki en “derin yara”yı Türkiye’nin başına sarmak için “uç” bulundu. Bugün, mezhepçilik adım adım ülkemize sokuluyor.
Şark çıbanı gibi bütün bünyeyi zehirleyecek ve izi ilelebet kaybolmayacak bir vahim tablo bu.
Geçmişte ne kadar darbe ve musibet geldiyse memleketin başına hepsinde dış bağlantılar vardı.
Bugün Gezi’de de var.
Ama bu noktaya nasıl gelindi. Oturup düşünmemiz ve teşhisini koymamız gereken nokta bu.
İç ve dış mihraklar, Türkiye toplumunun farklı etnik, mezhep, din ve yaşam tarzları üzerinden kavga ve kargaşa çıkarma gayretlerine karşılık“Farklılıklar zenginliğimizdir, her kesimin hakkı-hassasiyeti kendi hakkımız ve hassasiyetimizdir” yaklaşımı ile toplumsal barışın devam ve temadisi 10 kusur yıllık başarının nedeniydi.
 
Kutuplaşma oy artırır ama…
Bazı yorumcuların “gerilim siyaseti bizim oyumuzu artırıyor, %60’lık sağ kesim bizim etrafımızda toparlanıyor” diye ileri sürdükleri değerlendirme toplumsal barışımıza kalıcı hasarlar verebilir.
Kutuplaşmayla oylar yüzde 60’a da vurabilir. Ama 2-3 milyonluk bir kesimle bir ülke savaş alanına döner.
Bunun örnekleri çok.
PKK, Marksist-Leninist bir hareket olarak ortaya çıktı ama sonra Marks’ı, Lenin’i gitti geriye etnik bölücü bir örgüt kaldı ve 30 yıldır bedel ödüyoruz.
Çevreci ve devrimci bu hareketin bir süre sonra çevreciliği de devrimciliği de gider geriye mezhepçi bir savaş kalır.
Seçilmiş hükümete karşı kurulan komploları bir bir deşifre etmiş, yasal sınırlar içinde hepsini yargı sürecine taşımış, ülkenin demokratik nizamda ilerlemesi için vesayet ve derin yapılarla mücadelede rüştünü ispat etmiş kadroların tasfiye edilmesiyle ilgili gazetecilik sınırları içinde yazdığım yazıya “yeni gelenler posta idaresinden mi geldi” karşılığı verildi.
Doğru, posta idaresinden gelmediler. Ama Ergenekon’u, Balyoz’u yapanlar da posta idaresinden gelmemişti.
Onlar da askerdi, polisti, bürokrattı, siyasetçiydi.
Halk bu tip siyasetçileri sandığa gömdü. Hükümetin de aynı çizgideki bürokratları tasfiye etmesi gerekir. 
Onları yeniden iş başına getirmek değil.
Yangının ortasında fitne peşine düşenler 
Bunu analiz etmek yerine son olaylarda yangının ortasında yeni bir fitne ortaya atıldı.
Bazı kişi, yazar ve kurumlar; sivil amirlerinin yazılı ve net emirlerini uygulayan polisin, bilerek aşırı şiddet uyguladığı ve bu şekilde bir kasd-ı mahsusla hükümeti zor durumda bırakmak istediğini yaydılar.
Yangının ortasında fitne peşine düştüler.
Üstelik Başbakan’ın emniyetle ilgili değerlendirmeleri ortada iken.
Anadolu’nun samimi insanlarından oluşan bir camiayı, iftiralarla bu karışıklığa destek veriyormuş gibi göstererek mevcut yaraya ve bölünmüşlüğe bir yenisi eklenmeye çalışılıyor. Partinin en önemli kurucularının bu konudaki yaklaşımları, diyalog ve sağduyu çabaları ‘sırttan vurma’ diye yaftalanıp camiaya fatura edilmeye çalışıldı. Bir kısım yeni nesil simalar da bu iftirayı yaydı.
Bu iftira ve çamur tutmaz.
Ama kaybeden memleket olur. ‘Dostluk ve kardeşlik hukukunu nerede ihmal ettik’ diye düşünülüp muhasebe yapılacağına, toplumun bütün kesimlerini toparlamak için çalışılacağına, faturayı oraya buraya kesmek için yalanlara ve iftiralara başvurmak hiçbir şeyi çözmez.
Konjonktürel nedenlerle dost gibi görünen, sürekli övgüler dizenlerin dostluklarının menfaat temelli olduğunu bilmek, geçmişteki zor günlerde elini taşın altına koymaktan çekinmediğine herkesin şahit olduğu gerçek dostların yer yer eleştiri, uyarı ve hatırlatmalarının ise art niyet ve düşmanlık değil ülke sevgisi ve acı söyleyen dostluktan olduğunu unutmamak şart.
Vazife cümleden ala, nefis cümleden edna 
Kaosa doğru giden ve derinleştirme planı yapıldığı açık olan bu halden bizi kurtaracak yegane felsefe budur.
Bu aşamada;
1- Türkiye realitelerini iyi düşünmeli, toplumsal barış konusunda hassasiyet ana gündem olmalı. Ele güne altın tepside fırsatlar vermemeli.
2-Dış güçler ve uzantıları ‘Türkiye gelişmesin, ilerlemesin’düşüncesinden vazgeçemeyecekleri, her fırsatı değerlendirecekleri unutulmamalı.
3-Yaşananlardan ders çıkartıp gerilimden uzak toplumsal barış ve birlikteliği temin adına gayret içine girmeli.
4-Dostların eleştirilerini düşmanlık olarak algılamamalı.
5 – 10 yıllık süreçte AK Parti’ye destek veren toplum kesimlerinin, liberal, muhafazakâr, özgürlükçü aydınların dostane eleştirilerinin düşmanca yaklaşımlar olarak ele alınması, yazarlar, düşünürler ve toplum kesimleri ile ilişkilerde kalıcı hasarlara sebep olacak düzeyde yaftalama ve iftiralar ortaya atıldı.
Bu konudaki yanlıştan dönülerek kifayetsiz ve fitneci aktörlerin tezviratına gelmemeli yerli, milli, adaletli ve hakkaniyetli duruşları ile bunu 10 yıllardır ortaya koyan dostlar ve aydınlarla ilişkiler tamir edilmeli.
Birlik ve beraberlik gerektiren bugünler, kifayetsiz ve müfterilerin tezviratına iltifat etmeme günüdür.
Toplumsal barış, farklılıkları zenginlik gören anlayışla gerilimden uzak durma, tansiyonu düşürme günüdür.
Dış düşman tamam fakat “doğru yolda olduğunuz sürece başkasının delalet ve sapıklığı size zarar vermez” düsturunu hatırlama, hidayet üzere uyanık olma günüdür.

 

Bir yanıt yazın